10 Mayıs 2010 Pazartesi

Orientiiirdik


Hep merak ettiğim "orienteering" denen spor-oyun olayını geçtiğimiz Pazar günü DAG ile birlikte yaşadım. Bir önceki gün de Ballıkayalar'da tırmanış yapmış olduğum için mor dizlerim ve dirseklerimle çıktığım bu parkur benim için eziyete dönse de, yine de çok keyifliydi.

Belgrad Ormanı içerisinde İOG'nin önceden hazırladığı parkurda bizim grubun dışında da onlarca kişi ellerinde haritalar koşturup duruyorlardı. Haritalarda 12 tane farklı nokta ve parkurun eşyükselti eğrileri ile iki boyuta indirgenmiş resmi yer alıyordu. Sadece izohipsler değil ama; haritalar gerçekten çok başarılıydı çünkü 1/10.000 ölçekte her türlü minik beton blok, kesilmiş ağaç kütükleri, yoldaki çukurlar ve elbette ki tepeler, vadilar, akarsular, patikalar işaretlenmişti. O kadar ki patikaların kalınlıklarından, yolların ne derece tâli ya da ana yol olduğu çok net okunabiliyordu.

Daha başından vazgeçesim gelmedi değil  oyunun  ilk dakikalarında.  Ayaklarım ve psikolojim engebeli araziye, çamura, suya, dallara adapte olana kadar her zaman bir 10 dakika kadar süre geçer. O sürede caydım caydım; devam ettim mi kaptırıp gidiyorum.

Ekip olarak, bölünmeden 25 kişi birden yola koyulmamızın ardından, 2. noktadan sonra Sinan, Ülken, Derya ve ben bir ekip olduk. Aslında Mürü ile Ural da ekipteydi ama koşturarak devam etmeye ve bizden ayrılmaya karar vermelerinden sonra 4 kişi kaldık. İtiraf etmeliyim ki, bunun sebebi çocukların beni bırakmama vefalılığını göstermesi oldu. Ne bileyim ben böyle bir oyun olduğunu, sandım ki patikadan yürüye koşa gidicez. Ama gelin görün ki, ikinci hedeften sonra bizimkiler daha kısa olacağını farkederek dere tepe düz basıp gitmeye karar verince, teke gibi oradan oraya atlamaya çalışırken buldum kendimi. Hiç sevmediğim şeyler. Yani tanrı bizi 4 ayaklı yaratırdı oralarda gezmemizi isteseydi ama yaa..

Neyse, bir hedeften diğerine gitmek için toprak yoldan gitmek işi uzatmaya başlayınca dağ tepe düz gitme kararı aldı ekip, ve ben de ormanda bi başıma kurt kardeşi bekleyen Kırmızı Başlıklı Kız gibi kalakalmamak için düşe kalka gittim peşlerinden. Ama dediğim gibi, bu kadar hardcore bir olay olduğunu tahmin edemediğim için giydiğim spor ayakkabılar bu iş için pek de uygun olmadı. Altlarındaki girinti - çıkıntılar fazla olmadığı için, eğimli arazida bana korkulu anlar yaşattılar ve bu da pek eğlenceli olmadı. Neyse ki çocuklar, izlediğimiz parkurları benim için biraz yumuşattılar. Onlara kalsa çoktan uça kaça bitirirlerdi hedefleri, muhtemelen bir 30 dakika daha önce.


Mimar olduğum için harita okuma, hedef, yön bulma konularına oldum olası aşinayımdır zaten. Farkettim ki çok keyifli bir spor bu ama hani bu keşke şehirde olsa da kollarım yüzüm gözüm çalı çırpıdan bu kadar çizilmeseydi. Bunun şehir macerası versiyonu olmalı diye düşünürken zaten olduğunu öğrendim. Bundan sonraki merakım da bir an önce bu "şehir macesarı" denen aktivitelere katılmak. Heyecanla bekliyorum mailing list'ine kayıt olduğum  Macera Akademisi'nin ileriki aktivitelerini..


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder