6 Mayıs 2010 Perşembe

"Hıdırellez" ya da "Hızır İlyas"

İstanbul Türkiye'nin gerçekten minyatürü diye düşündüğüm gecelerden biriydi Hıdırellez gecesi. İlçelerinin arasındaki sosyo-kültürel farklar Türkiye gibi.. Bir ucundan diğerine geçince kendimi şaşırıyorum. Kimi zaman işte böyle şenliklerde öyle insan manzaraları çıkıyor ki.. Bir tarafta davullu zurnalı halay çekenler, diğer tarafta "Burjujum ayy çook güzel çıkmışsıııın!!" tayfası (anladınız siz onları =)) ), diğer bir tarafta marjinal giyim-müzik-yaşam vs. tarzları ile direnen gençlik, dört bir tarafta İstanbul'da yaşam mücadelesi veren "Anadolu" insanı, sanki hepsinin tam ortasında da nispeten "normal" ya da "sıradan" olarak gördüğüm kendim ve benzerlerim.

Kendim deyince, aslında ben İzmir'liyim. Tam içinden =)) Bizde gerçi pek içi dışı yoktur, İzmir'li İzmir'lidir. Fazla göç almadığı için, uzak ilçelerini saymazsak İzmir halkını buluşturan pek çok ortak payda vardır. Zengini de otobüse binmekten gocunmaz meselâ. Ama otobüslerimiz de otobüstür hani, körüğünden sonrasını ilk kavşakta bırakacak hissine kapılmazsınız bindiğinizde.
Hıdırellez deyince de akla İzmir gelir, tabii orada bir Hıdırellez gecesine tanık olmuşluğunuz varsa. Daha akşam üstünden hazırlıklar başlar akşam yakılacak ateşler için. Ateşler diyorum, çünkü İstanbul'daki gibi bir şenlik mekânı belirlenip herkesin oraya akın etmesi beklenmez. Körfez boyu da ışıl ışıldır, arka sokaklar da, meydanlar da, parklar da. kimse "huuop arkadaş söndür o ateşi, bak ben yaktım sana, git onunla oyna" demez.

Evimizin önündeki Mithatpaşa sahil şeridi meselâ, kordon boyu, Karşıyaka sahili, iğne atsanız yere düşmeyecek kadar tıklım tıklımdır. Bir ateş ve etrafında kalabalık, birkaç metre ötede daha küçük bir çocuk versiyonu, hemen yanında bir ateş daha ve başında gitar çalanlar, aralara serpiştirilmiş midye dolmacılar, mısırcılar, sırtını kalabalığa verip misinasını denize sallandıran amcalar, çimlere yayılmış yün ören teyzeler, koşuşturan çocuklar, boncukları dizerek yaptıkları bileklikleri, kolyeleri satmaya çalışanlar.. Aslında onların hepsi her daim oralardalardır da, o gece hepsi birden ne işleri güçleri varsa bırakıp alırlar yerlerini denize nâzır bir köşeden.

Tamam, İstanbul'un da hakkını teslim edelim. Yapılan organizasyon başarılıydı. Küçük sahnede ayrı, büyük sahnede ayrı müzik gruplarının yaptığı populer ve Balkan müziği ezgileri, şenlik alanının kilometrelerce ötesinden akın akın yürümeye başlayan kalabalığa karıştığımızda kulağımıza hafif hafif gelmeye başlamıştı biz yaklaşırken. Alana vardığımızda havaî fişek gösterilerine denk geldik. Park alanı deniz kenarında konuşlanmış olduğundan, keyif alınmayacak gibi değildi ortam. Bir arkadaşımın ablasının yaptığı çubuklara takılmış kekleri sattığımız standın yeri girişe yakın olduğundan çok ilgi gördü. İlerleyen saatelerde de koluma taktığım sepetle kalabalığa dalıp kalanları sattım. Bizim gibi yaptığı yiyecekleri, incik boncukları satanlar ortalığı bir hayli renklendirmişti.
Park alanı içerisine serpiştirilmiş gül ağaçları, yılın en zor gününü geçiriyordu üstündeki haddinden fazla ağırlıkla; çünkü Hıdırellez'in ritüeli olan gül ağacına bez parçası bağlayıp dilek dilemeyi kimse unutmamıştı. Neden gül ağacı acaba? Hz. Hızır ile Hz. İlyas'ın ab-ı hayatı bulup içmesinin ardından ölümsüzlüğe erişmelerinden sonra her sene bir araya geldikleri gece olan Hıdırellez (Hızır-İlyas) için gül ağacının anlamı nedir ki? Ve neden ateşten atlanır o gece? Kutlanma nedeni tamam, ama kutlama şekli en enteresan şenlik olsa gerek. Belki de Anadolu'da bilmediğimiz daha niceleri bir yerlerde yaşatılıyor.

Umarım bizden sonraki nesillere de aktarılır ve bir gün I-Phone'larını ağaca bağlayıp notebook'larını üst üste dizip üzerinden atlamaya kalkmaz çocuklarımızın çocukları..

1 yorum:

  1. dilekler ne zaman yazılıyor ne zaman denize atılıyor

    YanıtlaSil